Hurma elbette

Ramazan geldi hoş geldi, bizim eve hurma ile geldi diyecektim ki diyemedim…

Hurma alırken hep ikilemde kaldım. Kilo ile açıkta satılan hurmalardan alsam, ne idüğü belirsiz… Acaba bilinmedik bir mantar türevi yer miyiz? Temiz midir? nerenin ürünüdür? Satıcı doğruyu mu söylemektedir??? Bu sorulara tatminkar yanıtlar bulamayacağımı düşündüğüm için kapalı paketlerde hurma almaya karar verdim. Bilindik süper marketlerden birine girdim.. Cins cins çeşit çeşit hurma… ooh ne güzel dedim. Nereden geldiği yazıyor, üretim ve son kullanma tarihi yazıyor.. ve içindekiler yazıyor… EVET YAZIYOR .. VE NE YAZIYOR BİLİYOR MUSUNUZ? HURMALARDA OH OH NE DE BALLIYMIŞ DEDİĞİNİZ ŞEY GLİKOZ ŞURUBUYMUŞ… İÇİNDE GLİKOZ ŞURUBU OLDUĞUNU YAZIYOR…..

İnanamadım.. ama gerçek. Aman dostlar, hurma satın alırken dikkat edin, paketlerin üzerini okumayı, açık alıyorsanız tadının ballı ballı değil, gerçek hurma tadında olmasına dikkat edin..

Sevgi, Tat ve sağlıkla kalın..

İyi geceler…

 

 

Bir kaçamak yapalım dedik

Mutlu pazar akşamları dileyerek başlayalıım …:)))

Bu hafta sonu bir kaçamak yapalım dedik ve Karaburun’a gidelim diye karar verdik. 2 yıl önce yine bir hafta sonu için gitmiştik ve pek keyif almıştık.. Tekrarlayalım istedik. Öğle saatlerinde daha önce gittiğimiz pansiyona gittik. Yer kalmamış, bizi başka bir yere yönlendirdi. Gidip bakmaktan bir zarar gelmez dedik. Gittiğimiz yer Mimoza koyunda kendi halinde bir pansiyondu. Pansiyonun en büyük etkinliği dalış kulübünün olmasıydı. Minik bir restoranı, mini mini odaları, upuzuun bir plajı vardı veee dalmaya çok uygun bir denizi… Dalgasız, bol canlılı…

Acilen odamıza eşyalarımızı bırakıp koşa koşa denize gittik.. Kolay mı yolda sıcakta gelmişiz.. hemen palet ve maskemizi takıp kendimizi suya attık. Şenlongumuzdan 10 mt uzaklaşmamıştık ki Atillamu, İpeksiiii diye bana seslendi.. Ahtapot kardeş burada da karşımıza çıkmıştı. İnsan kaynayan bir plajda şezlongumuza 10 mt mesafede yuvasının içinde.. Kerterizimizi aldık, midye bulmaya dağıldık.. Bulduğumuz kabukluları getirdik yuvanın içine bıraktık.. Bu arada hanfendi (bana ne bence o dişiydi.. ;P ) yuvaya bıraktığımız kabukluları itinayla dışarı attı. Atillamu bu kez bir kestaneyi getirdi.. ona yemek olsun diye kırdı.. yuvanın önüne koydu, bizim hanımefendi kolunu şöyle bir uzattı… hemen geri çekti.. biz de alamadı yazık diye kestaneyi yuvaya doğru ittik.. bize bir bakış attı.. içeri doğru az biraz çekildiii… sanki derin bir nefes aldıııı veeee deniz kestanesine su püskürttüü… Bizim deniz kestanesi darmadağın diğer balıklara yem olmak üzere dağıldı.. fazla rahatsız ettik diye onu bırakıp dalışımıza devam ettik.. Boy boy gümüş balığı, levrek, çipüra (bunlar yakınlardaki kafeslerden kaçmış olabilirler gibi duruyor 🙂 ), isparoz, iskorpit, gün balığı, güneş balığı, çatal kuyruklar, kardanel balığı, veee tip tip bir sürü kabuklu gördük.. çok güzeldi.. hatta muhteşemdi.

Arada acıktık elbette, küçük pansiyonumuzda lezzetli ve hafif yemeğimizi yedik. Pek güzeldi.. Yine daldık, yine balıklarla ve ahtapot kardeşimizle oynaştık..

Sonra duş, üzerimizi değiştirmece ve ver elini Karaburun iskele.. Biraz yürüdük, güneş batmıştı, nerede ne yiyelim diye bakındık.. Geçtiğimiz zaman geldiğimiz yerde yiyelim dedik. Tekir, börülce salatası, tuzda sardalye, peynir, patlıcan biber kızartması ve fava istedik. Yarısında benim midem itiraz etmeye başladı.. Balıklarımız en taze olan şeydi. onların da kafalarını, kuyruklarını kedi kardeşlerle paylaştık. Temiz gözüken bir restorandı ama yiyecekleri çok lezzetsizdi ve gece boyu midemizi ( ikimizinde) sabah ta geç etki edecek yerlerimize dokunduğu ortaya çıktı..:((( Albatros restoranda meze yiyeceğiniz zaman çok dikkat edin diyorum. Gördüğünüzle gelen aynı olmayabiliyor…;(((
Kaldığımız yer çok hoş olmasına rağmen 50 mt kadar ötesinde mum cafe diye bir yer var. Öğlen türkçe pop ve tekno müziği çok yüksek sesle çalıyorlardı. Akşam sesi biraz azalttılar ama sabaha karşı 4 30 da bir müzik patlamasıyla uyandım. Neredeyim, sabah mı oldu, niye bu müzik çalıyor derken neyseki yorgunluktan uyuyakalmışım. Meğer bu mum cafe çevredeki konutları, pansiyonları hiçe sayarak sabaha kadar yüksek sesle müzik yayınına devam ediyormuş. Sessizlikte müzik patlayarak geliyor kulağınızın dibine kadar..

Yediğimiz yemekleri hazmetmekte zorlanırken pansiyonumuzun sahilinde yürüyelim, biraz yıldızları seyredelim dedik.. Derken bir aile, bir anne, iki gençkız ve bir kız çocuk (yaklaşık 6 yaşlarında) gecenin 12 sinde denize girdiler.. Zaten girelim mi girmeyelim mi diye düşünürken bizi gaza getirdiler… Hemen mayoları giydik, maske, palet ve fenerimizi alıp geldik.. Gördüklerimiz inanılmazdı. Ahtapot kardeş avlanmaya gitmişti, her yer iskorpit doluydu… mığrı balığını ilk önce yavru yılan balığı zannedip çok heyecanlandık ama sonra yavru mığrı, anne mığrı ile karşılaşınca yılan balığı olmadığı ortaya çıktı.. Deniz hıyarlarının renkleri bile gece fenerin ışığında çok güzeldi. Gümüş balıkları suda asılmış gibi duruyorlar, sanki bizi görmüyor gibiydiler.. 5 cm boyundaki dil balığı topluiğne başı kadar gözleriyle beni takip ediyordu.. çok komikti..:)))))

İyi ki de girmişiz dedik.. Tatilimizin en güzel saatlerinden birileriydi..

Sabah, kahvaltımızı yapıp tekrar kıyıya yerleştik. Ahtapot kardeş, yerinde duruyordu.. Biz biraz daha uzaklara gitmeye karar verdik.. Yolda içi boş bir salyangoz kabuk bulduk. bir kenarı kırıktı. Doğadan özür dileyerek aldık onu.. Bir gün önce bulduğumuz koca salyangozun içinde beyaz üzerine mürdüm puanları olan bir canlı vardı.. Onu hemen yerine yerleştirip uzun bir yaşam dilemiştik. Bu içi boş olduğundan emin olduğumuz kabuğumuzu alırken yeni ölmüş bir yavru balık buldu Atillamu. Zıpkın yemiş, ama o kadar küçüktü ki.. ona zıpkın atan elleri kınadık.. Salyangoz kabuğumuzu ve ölü balığımızı alıp döndük.. Ahtapotun yuvasina ölü balığı koyduk. Önce hiç tepki vermedi. Ama balığı almaya kalkışınca içeri çekti ve yok etti..:)))) afiyet olsun dedik.

Kumsalda keyif soda, kitap, güneş, deniz….. en son gitmeden ben tekrar gireyim dedim. Bir baktım bizim ahtapot kardeş yuva dışında.. aslında yarısı dışarıda yarısı içeride.. daldım.. okşadım.. kaçmadı.. vantuzuna dokundum yapıştı, ben kaçtım o kaçtı.. yuvasından çıktı.. mavi, yeşil ve beyaz renklere büründü, büyüdü, bacaklarını açtı, bacaklarının uçlarını yuvarladı. Büyüklüğünü rahat 2 katına çıkardı.. Ben birşey yapmadan durunca tekrar normal haline döndü, ama uzaklaşmaya başladı.. O önde ben arkada biraz dolaştık. Her kuytuya sığmaya, her kayanın şekline girmeye çalıştı. Herhalde yuvası deşifre olduğu için bizi yuvadan uzaklaştırmayı düşündü. En sonunda erişte yosunların içinde onu rahat bıraktım, el salladım, büyüyüp insanlara yem olmamasını, özgür dünyasında uzuun uzuun yaşamadını söyledim ve diledim..

Bir tatil dönüş yolculuğu olmadan biter mi? bitmeeezzz… Neyse ki erken dönmüşüz buna rağmen çok kalabalık bir yolculuk yaptık. Eve geldiğimizde gördüğümüz yanık izlerimiz gülsek mi ağlasak mı moduna soktu bizi…Şimdi pek gülemiyoruz.. sıkı yanmışız…:)))) pişmiş yengeçler gibiyiiz.. bakalım bu gece nasıl geçecek..:))

Size serin ve güzel düşler diliyorum…

Tam buğday unundan somon balıklı mantı mı deseeem ravioli mi deseemmm??? :)

Merhabalar…

Geçtiğimiz cumartesi günü bütün gün dekorasyonunu yaptığım anaokulunun montajındaydım. Bir de üzerine migrenim atak yapmıştı.. Zor bir gündü anlayacağınız.. Koşarak eve geldim, ev halkına ben yatıyorum diyerek hemen yattım uyudum.. 1 saat kadar uyumuşum, kalktım… hımmm.. birşeyler yapmalıydım.. Bu arada migren ilacı etkisini göstermiş, ağrım geçmiş, sersemliği geçmemişti.. Bu durumda hamur yoğurmak acaip iyi geliyor bana.. Mutfağa doğru yöneldiğimde ev halkından bir nida yükseldi..Allaahhh yine bişi yaratacaaakkk!!! nereden biliyorlarsa..:)))

Yediğimiz şeyin glisemik endeksinin düşük olması gerekiyor.(Diyetteyiz ya.. ) Ama canım da makarna istiyor.. Tam buğday unundan makarna yapıp içini de doldurursak gayette güzel olur dedim. Atillamu dan somon almasını rica ettim.. 1 bardak una 1 yumurta hesabıyla hiç su koymadan, sadece bir fiske tuz ilave ederek hamurumu yaptım.. Yarım saat kadar hamurun içindeki glutenlerin sakinleşmesini bekledim. Aldım elime oklavayı vee mantı kalınlığında açtım.. (tamam itiraf ediyorum, biraz daha ince..)

Bu arada Atillamu, somonla geldi. Onları küçük küçük parçalara ayırdık, içine sarımsak attığımız zeytinyağında (az bir yağ) çevirerek pişirdik. Pişerken tuz ve taze çekilmiş karabiber ekledik. Ateşten almadan önce, incecik kıyılmış maydonoz ilave ettik.

İnce açılmış hamurun yarısına belli mesafelerde somonlardan koyduk, hamurun (yufkada diyebiliriz) diğer yarısını somonlu yarının üzerine örttük. Sonra hamur kesici ile karelere böldük (yuvarlak ravioli kesme aleti büroda) (bilmeyenlere, profesyonel mutfağım mimar olarak çalıştığım büromda) Bir yandan 1 litresine 1 çorba kaşığı tuz eklediğimiz 3-4 litre suyu kaynattık. Bu hamurları kaynamış suya attık. 4-5 dk. içerisinde pişti. Süzgüyle sudan çıkarttık, başka bir tavada zeytinyağı kızdırıp süzdüğümüz balıklı mantıları arkalı önlü çevirerek biraz lezzetlendirdik. Servis yaparken üzerine parmesan peyniri rendeledik.. Afiyetle de yedik. Darısı başınıza..

Size de AFİYET OLSUN…

Vişne likörü

Ee Vişne pazara, sonra da bizim eve düştüü…

 Tabi biz de hemen vişne likörü yapmaya hazırlandık.. Ev yapımı vişne likörü için gereken malzemeler;

tarçın çubuğu, karanfil, muskat, toz şeker ve elbette vişne..

Maalesef annemden öğrendiğim onun da annesinden öğrendiği gibi bunların hiç birinin ölçüsü yok.. her şey göz kararı.. bunların hepsini bir araya getirip kavanoza koyuyorsunuz.. sonra da güneşe.. Güneşte 15 gün de bekleyebilir 25 gün de.. bu tümüyle kavanozunuzun ne kadar güneş aldığı, havanın ne kadar sıcak olduğuyla ilgili bir durum.. Vişneler fermante olduğunda likörünüz olmuştur. Daha sonra dilerseniz içine votka, cin, rom gibi alkoller ilave edebilirsiniz.

 

Geçen yıldan kalan içmeye kıyamadığımız son lokmaları da kadehlerimize koyup keyfimize baktık.. Size de nice keyifler..

Sevgi ve tat ile kalın..